11 Mayıs 2015 Pazartesi

Topraksız Tarım

Tarihi biraz inceleyelim. Büyük devletler büyük savaşlar buluşlar v.b bir çok şey görürüz. Kitaplarda bize imparatorlukların nasıl kurulduğu nasıl yıkıldığı buluşların nasıl ortaya çıktığı büyük insanların hayatları mücadeleleri anlatılır. Peki hiç nasıl para kazanacağımızı anlatan tarihi bir kitap okudunuzmu ? 

Topraksız Tarım Tarihte buna dair bir kitap elbette bulamayız. Fakat satır aralarında yazılı olan kelimeler bize hayatımız boyunca hayalini kurduğumuz serveti verebilir. Biraz kendi tarihimize bakalım. Osmanlının en tepedeki döneme. Hani şu hazinenin ağzına kadar dolu olduğu döneme. Genellikle insanların kafasındaki düşünce savaşlardan gelen paralarla dolduğu yönündedir. Oysaki Osmanlının en tepedeki dönemde hazinesinin %90 nın tarımdan gelen vergilerle dolduğunu çok az kişi bilir. Bundan bin yıl önceki silahlara kılık kıyafetlere baktığımızda çok büyük farklar görürüz. 100 yıl öncesinde kiyle bile bu gün çok büyük farklar olduğunu görürüz. Ne var ki bin yıl öncesinde insanların yediği ekmekle bin yıl sonrasında yiyeceği ekmek arasında çokta fark olacağını söyleyemeyiz (belki biraz GDO J ). Kısacası tarih boyunca bitmeyecek bir meslek. Bu yazımda size tarımın nasıl yapıldığından ziyade kirlenen ve biten toprak sorununa karşı bu gün en büyük para kaynağı olan bir işten bahsetmek istiyorum. Topraksız tarım…

Topraksız tarım nasıl yapılır? 

Her canlının büyümesi için gerekli minerallere ihtiyacı vardır. Bu minerallerin çeşidi ve miktarı her canlıya göre değişir. Bunun yanı sıra var olan çevre koşulları da bu gelişime etki eder. Bu kural haliyle bitkilerde de geçerlidir. Bu yüzden insanlar olumsuz çevre koşullarını kontrol etmek ve yılın her döneminde ürün elde etmek için sera yöntemini geliştirmişlerdir. Tarlada yapılan tarım da bitkinin isteklerini ona toprak veya sulama vasıtasıyla verebiliriz. Fakat onun çevre koşullarını kontrol edemeyiz. Bununla birlikte toprağın dinlenme sorunu da bizim istediğimiz zaman istediğimiz ürünü elde etmemizi kısıtlar. İklim koşullarını kontrol etmek için ise sera yöntemi ortaya çıkmıştır. Fakat bunun neticesinde ise iklim normalden farklı olduğu için bitkiler topraktan aldıkları mineral ve diğer maddeleri zamanında alamadıkları için oluşum normal gidişatının dışında olmaya başlamıştır. Buna aldığımız domateslerin dışı kıpkırmızıyken içinin daha olgunlaşmamış olmasını örnek olarak verebiliriz. Sulu Tarım Japon bilim adamı Shigeo Nozawanın yaptığı domates ağacı deneyini duymuşsunuzdur ( duymayanların izlemesini tavsiye ederim ). Deneyin özü kısaca şudur. Her canlının doğada bir frenleme sistemi vardır. Bu sistem canlıların belirli bir sayıya ulaştığı zaman onların büyüme ve çoğalmasını durdurur. Buda yaşadığımız dünyayı yaşanabilir hale getirir. Eğer ki böyle bir sistem olmazsa 3-4 gün gibi bir zamanda bakteriler bütün dünyayı kaplar ve yok eder. Sistemde domates tohumuna istediği şartları istediği şekilde vermek kısacası bu frenleme sistemini ortadan kaldırmaktır.
Bu çalışma toprağın yapısından dolayı mümkün olmadığı için, frenleme sistemi topraktada var olduğu için, suda yapmıştır. Sonuç olarak dev bir domates ağacı elde etmiştir. Topraksız tarım yani diğer adıyla suda tarımın avantajı topraktaki sera sistemine göre, bitkinin büyümesi de kontrol altında olmasıdır. Yani bitkinin frenleme sistemini ortadan kaldırmaktır. Bunu topraklı serada yapamadığımız için anormal büyümeler gerçekleşir. Çünkü toprak bitkinin büyümesi için var olan bir doğa koşuludur. Biz ziraatçılar olarak bunu suya aktarır ve bitkinin bu doğal koşulunu da ortadan kaldırırız. Bu şekilde istediğimiz zaman istediğimiz şekilde bitkiyi büyütebiliriz. Tarladaki üretimden farkı ise bitkilerin diğer koşullardan da arındırmaktır. Fakat toprakta bilmediğimiz ve bitkinin aldığı elementleri suda veremediğimiz için elbette ki tarla ürünü kadar kaliteli değil. Topraksız Tarım Seraları Bunun yanı sıra topraklı sera ürünlerini zaman nedeni ile bitki büyüyene kadar istediği şeyleri alamadığı ve gelişimini tam sağlayamadığı için bu işlemden daha kaliteli ürün çıkar. Değişik şekillerde topraksız tarım yapılabiliyor ( havuzlama, püskürtme gibi) ve yılın her döneminde size verimli ürün elde etmenizi sağlıyor. Biraz araştırdığımız zaman büyük firmaların neden bu sektöre yöneldiği rakamlar çok iyi açıklayabilir diye düşünüyorum. İşlemin mantığı çok basittir. Bitkinin istediği mineralleri su yoluyla bitkiye vermektir. Tek önemli nokta bitkiyi ayakta tutacak ve köklerinin suya değmesini sağlayacak materyal içerisinde yapmaktır. Bu materyal her şey olabilir. Perlit, kaya yünü hatta mutfak süngeri bile. 
Bu işlem büyük ticari işletmeler olarak çok büyük para kazandırırken kuruluş maliyeti de ona göre büyük paralar gerektirir. Fakat herkesin evde de yapabileceği bir sistemdir. Buna üniversitede yaptığımız denemeden örnek verelim. Pimaş borularına plastik bardak çapında sırayla delikler açtık ve içerisine içinde perlit olan altı delik bardakları yerleştirdik. Bardaklara çilek biber ve marul bitkilerini koyduk. Bir karışım hazırladık ( bu karışım bitki besin içeriklidir. Çiçekçilerde gübre satan v.b yerlerde bulunabilir) ve bir kovanın içersine döktük. Sistemi biraz yerden yüksekte ve U şeklinde yaptık. Kovanın içerisine ucuna hortum bağladığımız akvaryum havalandırma aleti koyduk. Böylelikle bu havalandırma sistemi kovanın içerisinde suyu alıp borulara taşırken diğer borudan su yine kovanın içerisine dökülmeye başladı. Böylelikle kökler sürekli ıslak kalmış ve büyümeye başlamıştır. Kısacası çok büyük para kazanmak isteyen veya hobi olarak ta herkesin evinde yapabileceği basit ve eğlenceli bir çalışma topraksız tarım. Böylelikle istediğiniz ürün elde edip mutfak maliyetini düşürebilirsiniz. Önemli bir not olarak topraksız tarımda her türlü ürün yetişmez bunun nedeni bitkiyi dik tutmaktır. Hadi kolay gelsin…


NUTUK

 (Mustafa Kemal Atatürk)
KİTABIN ÖZETİ
Nutuk yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir. Yazarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptığı tarihi gelecekteki Türk insanına tanıtabilmek amacıyla bu kitabı kaleme almıştır.
Nutuk: Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisinin 15-20 Ekim tarihleri arasında Ankara da toplanan İkinci Kongresinde okunmuştur. Konuşma otuz altı buçuk saat sürmüştür.
Nutuk 1919’dan başlayarak 1927 ye kadar olan tarih dilimini incelemektedir. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır.
1) Kuva-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi
Nutukta yeni Türkiye Devletinin kuruluşu anlatılmaktadır. Yeni Türk devletinin kurulmasındaki maksat da şu şekilde açıklanmıştır: Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez.” demiştir ve Mustafa Kemal Atatürk şu sözleri söylemiştir “Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.” Diyerek kurtuluş isteyenlerin parolasının “Ya bağımsızlık ya ölüm olduğunu “ söylemiştir.

Burada devlet kurmanın zorlukları görülmektedir. Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş Osmanlı Ordusu zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumda, ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, padişah ve halife soysuzlaşmış, kendini ve tahtını koruyacak alçakça önlemler araştırmakta, hükümet yüzsüz, onursuz, korkak, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta, yurdun dört bir yanındaki topluluklar devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlardı. Bu şekilde açıkladıktan sonra ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devleti kurmak için izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği taşımaktadır.Yüz Roman ÖzetleriYüz Temel EserÖzet
2) Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve o günden sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını halkına bildirmiş ve Meclis, Mustafa Kemal Atatürk’ün açık ve gizli oturumlardaki bir iki gün süren açıklamaları ve konuşmalarından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçmiştir.
3) Cumhuriyet Dönemi :
Atatürk İsmet Paşa ile birlikte bir yasa tasarısı hazırladı. Bu tasarıdaki 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın devlet biçimini saptar maddelerini değiştirerek birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet biçimi Cumhuriyettir” cümlesini ekleyerek maddeyi değiştirmiştir ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın Değiştirilmesi ile ilgili maddenin görüşülmesi kabul edildi. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Oylamada Mustafa Kemal Atatürk toplantıya katılan yüz elli sekiz kişinin tümünün oylarını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.
Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir.
Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına verdiği bir hesap pusulasıdır. Çünkü ulusal kurtuluş savaşı boyunca o halkıyla birlikte olmuştu ve halkına “Hayat demek savaş ve çarpışma demektir. Hayatta başarı yüzde yüz savaşta, başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manevi ve maddi güce dayanır. İnsanların uğraştığı tüm sorunlar, karşılaştığı tüm tehlikeler, elde ettiği başarılar toplumca yapılan genel savaşın dalgaları içinde doğar.” Sözlerini söylemiş ve halkından can istemiş, halk seve seve vermiş, mal istemiş, halk seve seve vermiştir. Bunlar nerede, nasıl, niçin, harcanmış ? Nutuk halkın kafasındaki bu sorulara da açıklık getirmiştir.
Türk halkından alınan canın ve malın ülkenin işgalinden, ulusun kölelikten kurtularak onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için harcandığını belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalışmış ve Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır;“ Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım” demiş. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

10 Mayıs 2015 Pazar

Mondros'tan Samsuna Muhteşem Mücadelemiz

Mondros'tan Samsun'a Türk Kurtuluş Mücadelesinin Doğuşu/Prof. Dr. Salahi R. Sonyel
Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğratılan Osmanlı Devleti, Donanma Bakanı Hüseyin Rauf (Orbay'ın) 
başkanlığındaki delegasyonu aracılığıyla, İtilâf Devletlerini temsil eden İngiliz Amirali Sir Arthur Somerset
Gough
 Calthorpe başkanlığındaki delegelerle 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalıyor; Osmanlı Devleti'ne
kısmen
 zorla kabul ettirilen teslim koşullarını uygulamayı kabulleniyordu. Türk görüşünce, mütarekenin en sert
maddeleri ya da sık sık ihlalinden şikayet edilenler şunlardı: Madde 1. Çanakkale ve Karadeniz Boğazları 
güvenlik içinde ve özgür olarak seyrüsefere açılacak; boğazlardaki istihkâmlar Bağlaşıklar tarafından işgal
 edilecektir; Madde 2. Hudut karakolları ve iç düzeni korumada kullanılacak az sayıda güçler dışında, tüm
 Türk orduları ivedilikle terhis edilecektir; Madde 7. Bağlaşıkların güvenliğini tehlikeye koyacak bir durum 
olursa, Bağlaşıklar, Türkiye'nin herhangi bir stratejik noktasını edeceklerdir;
 Madde 24. Altı 'Ermeni ilinde' (Doğu illeri) karışıklık çıkarsa, İtilaf Devletleri buraları işgal hakkını
 koruyacaktır.Mondros Mütarekesi hatalı izlenimlere ve aşırı iyimserliğe yol açmış; onu imzaladığı
 haberi ülkenin her yanında sevinç yaratmış; başta Sadrazam İzzet Paşa olmak üzere, 
kimi Osmanlı yetkilileri bu mütarekeyi ılımlı olarak göstermeye çalışmışlardı.2 Ancak, 
Türklerin çoğunluğunun o günlerde pek kavrayamadığı (ama Türk tarihçilerin daha 
sonra belirttikleri)3 oldukça önemli bir nokta vardı: Mütareke, Türk sorununun 
emperyalist tasarılara göre çözümlenmesi yönünde bir özür oluşturuyordu.Çok geçmeden Bağlaşıklar, mütareke
 koşullarının esnek ve çapraşık koşullarından yararlanarak, Osmanlı Devleti'ni bölmek amacıyla, önceden 
hazırlamış oldukları gizli planlarını açıkça uygulamaya koyuyorlardı.4 Mütarekenin İtilâf Devletlerince nasıl
 bozulduğunu, onu imzalamış olan Türk başdelegesi Hüseyin Rauf söyle anlatmaktadır: "Mütarekenin mürekkebi
 henüz kurumadan, Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizler, İstanbul'da bir sömürge havası yaratmaktan geri kalmadılar.
"5 İngiltere'nin İmparatorluk Genel Kurmay Başkanı General Henry Wilson bile, 4 Nisan 1919'da İngiltere Başbakanı
 David Lloyd George'a gönderdiği yazıda şöyle diyordu: "Türkiye ile imzalanmış olan mütarekenin uygulamasında 
aşırı gidilmiş ve ... Türklere karşı belki daha sert bir tutum izlenmiştir."6
İşgaller ve Direniş Örgütleri Mütarekenin imzalanmasından bir gün sonra (31 Ekim'de) Osmanlı azınlıklarının 
gösteri ve taşkınlıkları başlıyor; İstanbul ve İzmir'de kimi binalara İtilâf Devletleri'nin bayrakları çekiliyordu.
7 İngilizler, 3 Kasım'da Musul'u, İngilizlerle Fransızlar 6 Kasım'da Çanakkale Boğazı'nı işgale başlıyorlardı. 
İki gün sonra (8/9 Kasım'da) yine İngilizler, Antakya, Altınözü, Kırıkhan, Reyhanlı, Samandağ, Yayladağı ve İskenderun'u işgal ediyor; yerel halk arasında hoşnutsuzluk yaratıyorlardı.
Bu olaylar kaydedilirken, bir Fransız tümeni 7 Kasım'da Batı Trakya'da İskeçe'yi işgale başlıyordu.8 Bu olay üzerine, 
Batı Trakya'nın Türklerde kalmasını sağlamak amacıyla, 10 Kasım'da, İstanbul'da, Yüzbaşı Süleyman Askeri'nin 
eşgüdümünde Batı Trakya Komitesi kuruluyordu. Yine 10 Kasım 1918'de İngilizler Çanakkale kentine çıkıyor; Fransız güçleri 
Uzunköprü'ye ulaşıyordu. Bu gelişmelere ve İtilâf Devletleri'nin baskılarına dayanamayan İzzet Paşa kabinesi 8
 Kasım'da erkten çekiliyor; yerini 11 Kasım'da Tevfik Paşa kabinesi alıyordu.

Bu kabine döneminde de işgaller sürüyor; 13 Kasım'da İngiliz, Fransız ve Yunan gemilerinden oluşan 61 parçalık
 filo İstanbul önünde demirliyor; Beyoğlu Hıristiyanları çılgınca gösteriler yapıyorlardı. Bu işgal ve gösterilere içerleyen
 İstanbul basını, özellikle Minber gazetesi (16 Kasım), Tevfik Paşa hükümetini eleştiriyor; mütareke çiğnenirken 
yönetimin seyirci kaldığını vurguluyordu. Aynı tarihli Tasvir-i Efkâr ise, "Ne yapacağız? Nasıl kurtulacağız?" diye
 sorarken, Sabah gazetesinde Ali Kemal, "Kurtuluşumuzu İtilâf sayesinde görüyoruz" diyordu.9

23 Kasım'da gemi ile İstanbul'a gelen Fransa Orta Doğu Ordusu Başkomutanı General Franchet d'Esperey, Rum ve Ermeni azınlıkların taşkın gösterileriyle karşılanıyor; Türkleri kaygılandırıyor; 24 Kasım tarihli Minber gazetesi şöyle diyordu: "Memleketin düşünürleri harekete geliyor. Vatanın selâmetini kurtarmak için bütün aydın fikirlerin birleşmesi ümidi kuvvet bulmuştur." Dört gün sonra (29 Kasım) İngilizler, İtilâf Devletleri adına Gelibolu'ya çıkarma yapıyor; ertesi gün, İskenderun'un kuzeyinde bulunan Payas'ı işgal ediyorlardı.

Bu işgallerin yarattığı tehlikeleri sezen ve devletin çökertilmesini, ulusun bağımsızlık haklarının yokedilmesini ve 
Türkiye topraklarının işgal altına alınmasını önlemek amacıyla 29 Kasım'da, İstanbul'da Milli Kongre kuruluyordu. 
Göz doktoru Esat Paşa'nın başkanlığında 60 kadar parti ve derneğin katıldığı bu kongrede bir program komisyonu
 kurularak eyleme geçiliyordu.10 Öte yandan, Doğu Trakya'nın Türkiye'den kopartılmasını önlemek amacıyla,
 1 Aralık'ta Trakya-Paşaeli Osmanlı Haklarını Savunma Derneği (Müdafaa-i Hukuk-u Osmanî) kuruluyordu. Dernek
, Edirne ve Lüleburgaz'da kongreler düzenleyecek, Avrupa'ya delegeler gönderecek, daha sonra Anadolu ve
 Rumeli Haklarını Savunma Derneği'nin Edirne'deki bir şubesi olacaktır.11 Aynı zamanda, İzmir bölgesinin 
Türklerden ayrılmasını önlemek amacıyla İzmir'de Osmanlı Haklarını Savunma Derneği kuruluyordu.12

Bu sırada işgaller sürüyordu. 2 Aralık'ta Fransızlar Dörtyol'u işgal ediyor; Karadeniz bölgesi Rumlarının önderleri,
 İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderdikleri bir andıçta, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında, İtilâf Devletleri'nin 
koruyuculuğu altında Pontus Devleti kurulması isteminde buluyorlardı.13 Ermeniler de Türkiye'nin Doğu illerinde
 bir Ermenistan kurma düşü peşinde koşuyorlardı. Bu tehlikeler önünde, 3 Aralık'ta Urfa'da Hakları Savunma
 Derneği, 4 Aralık'ta İstanbul'da Doğu Anadolu Haklarını Savunma Derneği (Vilâyet-i Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk 
Cemiyeti) kuruluyordu. Derneğin amacı, Doğu Anadolu'nun Ermeni, Rum ve Gürcülere verilmesini önlemek ve 
Türkiye'de kalmasını sağlamaktı.14 Ayrıca, İstanbul'da, aralarında Halide Edip, Necmeddin Sadık, Ahmet Emin,
 Yunus Nadi vs. gibi birçok ünlü gazeteci ve yazarın da bulunduğu Wilson İlkeleri Derneği kuruluyordu. 
Bu derneğin amacı, Türkiye için Amerika'nın güdümünü sağlamaktı.15
İşgaller sürerken Türkiye'nin kimi yerlerinde daha birçok savunma örgütleri kuruluyordu. 6 Aralık'ta İstanbul'da
 Milli Kongre toplanarak programını ve bir bildiri yayımlıyor; tüm ulusal güçleri birleştirmeye, ulusun hak ve 
çıkarlarını sağlamaya, Milletler Cemiyeti'ne özgür ve bağımsız bir ulus olarak girmeye, dayanışma konularında 
yayın yapmaya ve yabancı ülkelere kurul göndermeye çalışacağını ilan ediyordu. Ancak, İngilizler ve Damat Ferit,
 bu kongrenin çalışmalarından hoşlanmıyorlardı. Esat Paşa 18 Mayıs 1919'da, Damat Ferit'in sadrazamlığı
 günlerinde tutuklanarak Kütahya'ya sürülecektir.16

Yine 6 Aralık'ta İngilizler Kilis'i işgal ediyor ve Ermenileri çok sevindiriyorlardı. 7 Aralık'ta Fransız birlikleri 
Antakya'yı, 9 Aralık'ta Oğuzeli'ni, 11 Aralık'ta Ermenilerle birlikte Dörtyol kasabasını işgal ediyor; Müslüman
 evlerini yağmalıyor ve Adana halkını epeyce kaygılandırıyorlardı. 17

Aralık'ta İngilizlerle Fransızların Güney ve Güneydoğu Anadolu'da işgalleri hızlanıyordu. Fransızlar Tarsus, 
Ceyhan, Karataş, Misis ve Toprakkale'yi işgal ediyorlardı. Çoğu Ermenilerden oluşan 1500 kişilik bir Fransız
 birliği Mersin'e giriyor; İngilizler Antep'i işgal ediyor; Ermeni azınlık taşkınlıklar yapmaya başlıyordu. 
18 Aralık'ta Fransızlar Tarsus ve Yumurtalık'ı, 19 Aralık'ta Bahçe, Hassa, Islahiye, Mamure, Pozantı ve 
Adana'yı işgal ediyorlardı. Türkler, bu işgallere karşı ilk eylemlerine girişiyor; Dörtyol'un Karakese köylüleri,
 Fransız ve Ermeni askerlerinin sık sık işledikleri cinayetlere dayanamayarak, Fransız askerleriyle çarpışıyor; barikatlar
 kurarak köylerini savunuyor; 15 işgalci askeri öldürüyorlardı. Bunun üzerine Fransızlar şaşkınlık içinde 
Dörtyol'a çekiliyorlardı.17

Bu işgaller sürerken, bir süreden beri İstanbul'da bulunan General Mustafa Kemal, 20 Aralık'ta General Ali
 Fuat'la durumu gözden geçirerek, askerden terhislerin durdurulması, silah ve cephanenin teslim edilmemesi,
subayların Anadolu'ya geçmesi ve halkın maneviyatının yükselmesi gerektiği yolunda kararlar alıyorlardı.
18 21 Aralık'ta Padişah Vahdettin, Mebusan Meclisi'ni kapatıyordu. İngilizler, işgallere karşı sesini yükseltmiş 
olan bu meclisin kapatılması için bir süreden beri Padişahı sıkıştırıyorlardı. Aynı gün (21 Aralık) Fransız ve 
gönüllü Ermeni birlikleri Adana'ya girerek askeri binaları işgal ediyor; kentte tutuklamalar başlıyordu.
 Yine 21 Aralık'ta İstanbul'da Kilikyalılar Derneği kuruluyordu. Bu dernek, Trakya-Paşaeli, İzmir Osmanlı
 Haklarını Savunma, Doğu İlleri Haklarını Savunma Dernekleri gibi, İzmir'in Türk egemenliğinde kalmasını
 savunuyordu.19 Öte yandan, 23 Kasım'da İngilizler Nizip'i, 25 Kasım'da Fransızlar Adana'nın Cebeliberek 
(Osmaniye) ilçesini işgal ediyorlardı.

İşgaller yeni yılda da devam etti. 1 Ocak 1919'da İngilizler Antep'i, 3 Ocak'ta Urfa-Bilecik'in güneyinde, 
demir yolu üzerinde bulunan Cerablus kasabasını işgal ediyorlardı. 5 Ocak'ta tutuklamalar yine başlıyor; 
7 Ocak'ta, Boğazlıyan eski Kaymakamı Kemal Bey, 1915 Ermeni olaylarından sanık olarak İstanbul'da 
tutuklanıyordu. Tutuklamalar bundan sonra daha sistematik biçimde sürecekti. 9 Ocak'ta Yunanlılar
 Uzunköprü-Hadımköy demir yolunu işgal ediyorlardı.

Bu olaylardan kaygılanan Padişah, 10 Ocak'ta İngiliz Yüksek Komiserine gönderdiği gizli mesajda, bütün 
umudunu İngiltere'ye bağlamış olduğunu bildiriyor ve "Her istediğimiz kimsenin tutuklanmasına razıyım" 
diyordu.20 20 Ocak'ta, Samsun'daki Amerika Tütün Firması (American Tobacco Company) yetkilisi tüm
 Müslümanların, özellikle köylülerin silahlandırıldığını biliyordu. Vakit gazetesinde Ahmet Emin, "Yegâne 
ümit kapısı, aydınlar birlik halinde bir milli kuvvet teşkil etmeli; temiz amaçlarla bir mücadele açmalı; her
 türlü fikri ve partiyi sinesine kabul edecek kadar yüksek bir fikirden, vatanî mücadele başlamalıdır" diyordu.
21 Bu olaylarla başa çıkamayan Tevfik Paşa, 12 Ocak'ta istifa ediyor, ama ertesi gün ikinci kabinesini kuruyordu. 
Bu sırada Türk ordusunun karargâhı Kars'tan Erzurum'a naklediliyor; Ruslardan kalan çok savaş aracı ve 
yiyecek de birlikte taşınıyordu. Ordu çekilirken bölgedeki Müslüman halkı silahlandırıyordu.22
14 Ocak'ta İngilizler Resulayn, Arappınar ve Şiftek istasyonlarını işgal ediyor; bir Yunan taburu Trakya'da 
Hadımköy'den Kuleli Burgaz'a kadar bütün demir yolu istasyonlarını ele geçiriyordu. 15 Ocak'ta Fransızlar 
Doğu demir yollarını ele geçiriyor; İngilizler de Haydarpaşa istasyonuna el koyuyor, Antep sancağını işgal 
ediyorlardı. Bu sırada, İtilâf Devletleri'ne yaranmak amacıyla İstanbul'da, Türkiye'nin tek başına direnemeyeceğine
 inanlar tarafından İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan Dostları Dernekleri kuruluyordu.

18 Ocak'ta Paris Barış Konferansı Versay sarayında çalışmalarına başlıyor; Kilikyalılar Derneği, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan Yüksek Komiserlerine birer bildiri göndererek Adana'nın Türk olduğunu, Türklerin yabancı boyunduruk altında yaşamayı dilemediklerini bildiriyordu. Bildiriye bir de kitapçık iliştirilerek, Adana ilinin tarihini anlatıyor, nüfus istatistiklari veriyor, Ermeniler'in Adana'da (Kilikya) nüfusun ancak yüzde 15'ini oluşturduklarını, yüzde bir oranında toprağa ve yüzde on iki oranında taşınmaz mallara sahip oldukların açıklıyordu.23 18 Ocak tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde "Kilikya'nın kurtarılması" konusundaki yazı sansüre tabî tutuluyordu.

Ocak ayında Kilikya'da Ermeni canavarlıkları sürüyor; 22 Ocak'ta İngilizler Konya istasyonunu işgal ediyorlardı. Trakya-Paşaeli Osmanlı Haklarını Savunma Derneği'nin İstanbul'da yaptığı toplantıda, Batı Trakya'daki Yunan işgalinin kaldırılması talep ediliyor; "Trakya bir bütündür, yüzde 85'ini Türkler oluşturur" diyordu.24 Türklerin mütareke koşullarını keyfî olarak uygulayan Bağlaşıklara karşı yer yer örgütler kurarak direnişte bulunmalarını hazmedemeyen İngiltere'de Dışişleri, Savaş ve Donanma Bakanlıklarının 23 Ocak'ta katıldığı toplantıda, mütareke koşullarının uygulanmasına Türklerin zorluk çıkardıklarına, suçlu Türklerin tutuklanarak cezalandırılmasına ve tutuklananların Malta'ya sürülmesine karar veriliyordu.25 Bir gün sonra da (24 Ocak), İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe, Sadrazam Tevfik Paşa'nın, 200 kadar kişinin tutuklandığını; Er-meni olaylarından sorumlu 40 kişilik bir liste hazırlandığını söylemiş olduğunu Londra'ya bildiriyordu.26 Bu sıralarda İstanbul'da tutuklananlar Bekirağa bölüğüne kapatılıyorlardı. Onların arasında Hüseyin Cahit, Kara Kemal, Tevfik Rüştü, Ziya Gökalp, Mithat Şükrü vs. de vardı. Bir süre sonra hepsi de Malta'ya sürülecektir.

1919 yılı Şubat ayında işgaller devam ediyordu. 1 Şubat'ta İngilizlerle Fransızlar, Kasaba (Turgutlu)-Aydın demiryoluna el koyuyor; İngilizler, İngiliz savaş tutsaklarına kötü davrandıklarını iddia ettikleri 23 kişinin kendilerine teslim edilmesini Osmanlı Dışişleri Bakanlığı'ndan talep ediyorlardı. İki gün sonra da (3 Şubat) Fransızlar, Pozantı'nın altı kilometre kuzeyindeki Akköprü ve Çiftehan'ı işgal ediyorlardı.
Türkiye Bölüşülüyor
İşgal ve tutuklamalar sürerken, Rum, Ermeni ve öteki Osmanlı azınlıklarının önderleri, Osmanlı Devleti'nden toprak koparmak için eyleme geçiyor, 3-4 Şubat'ta Paris Barış konferansı'nın huzuruna çıkan Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, sözde Wilson ilkelerine dayanarak,27 İzmir'i de içermek üzere Batı Anadolu, Trakya ve Oniki Adalar üzerinde hak iddiasında bulunuyordu.28 Bu sırada Pontusçular da eyleme geçerek, Karadeniz sahillerinde bir Pontus Cumhuriyeti kurmak için çabalıyorlardı.29

Ermeni önderlerden Bogos Nubar'la Avedis Aharonyan da 26 Şubat 1919'da konferans huzuruna çıkarak, Osmanlı Devleti'nin Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon'dan oluşan yedi Doğu ili ile Güneydoğu'da Maraş, Kozan, Cebelibereket (Osmaniye) ve İskenderun limanıyla birlikte Adana ilini kapsayacak bağımsız bir Ermenistan kurulması isteminde bulunuyordu.30 Bunlara ek olarak Kürt ayrılıkçılar da Anadolu'nun Doğu illerinde, İngiliz güdümü altında kendilerine özerklik verilmesini diliyorlardı.31

Paris'te bu gelişmeler kaydedilirken, İstanbul'da basına konan sansür 5 Şubat'ta ağırlaştırılıyor; Ermeni olayları sanıkları için kurulmuş olan özel savaş divanları yargılamalara başlıyordu. 10 Şubat'ta Adana'daki durum oldukça karışıyor; Türk mağazaları Ermeniler tarafından yağmalanıyordu. Öte yandan, Trabzon'un Türklerde kalmasını sağlamak için Trabzon Milli Hakları Koruma Derneği (Muhafazaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti) 12 Şubat'ta Müftü İmameddin Efendi başkanlığında kuruluyordu.32 Aynı gün İstanbul'da Sadrazam Tevfik Paşa Yüksek Komiserlere barış koşulları konusunda sunduğu andıçta, Wilson ilkelerinin kabul edildiğini; büyük Ermenistan kurulmasının kabul edilmeyeceğini, ama Ermenilere Doğu illerinden biraz toprak verilebileceğini bildiriyordu.33 Öte yandan İstanbul'da Rumlar ve Ermeniler tarafından Fransızca yayımlanan gazeteler Türkler için iğrenç yalanlar uyduruyorlardı.

1919 yılı Şubat ayı ortalarına doğru durum o kadar kötüleşiyordu ki, Balıkesir'de yayımlanan Ses gazetesi şöyle diyordu: "Milletleri yaşatan, ilerleten birincil amil ittifaktır. Ey Müslümanlar, el ele verelim. Başımız üstünde dolaşan felâket ve izmihlâlden titreyelim. Bir hareket-i milliye gösterelim. Yaşayacaksak elbirliği ile yaşayalım; öleceksek de elbirliği ile ölelim." Ertesi gün (14 Şubat), İzmir ve çevresinin Yunanlılara verileceği haberi üzerine, Hukuk-u Beşer'de Hasan Tahsin (Osman Nevres) şöyle diyordu: "Türklerin mahvolmaması için propaganda, isyan, her şey meşru olacaktır."34 Bu sırada, Fransız basınında Türkiye'ye karşıcıl yayın sürüyordu. Fransız yönetiminin yarı resmi yayın organı Le Temps'in İzmir muhabiri 15 Şubat'ta şunu bildiriyordu: "Gizlice çete teşkilatı kuruluyor."35

Dört gün sonra (19 Şubat) Pontuscu Rumların çalışmalarına karşı koymak amacıyla Samsun'da Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruluyor; Hukuk-u Beşer'de Hasan Tahsin şunları yazıyordu: "Asla unutmasınlar ki, Türk ölmedi, yaşıyor! Ve burayı Yunan'a vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvetle paylaşacak kozumuz vardır. Süngülerimiz, silahlarımız olmasa bile, âsî ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi savunacağız."36 Bu sırada Çukurova'daki (Kilikya) olaylar sürüyor; Mersin bölgesindeki Ermeni çeteleri, 20 Şubat'ta Tece köyünü sararak ateşe veriyor; köyde toplu öldürmeler ve yağmalar yapıyorlardı. Bu olaylar Mersin'deki halk arasında büyük gerginlik yaratıyordu.
Yine 20 Şubat'ta, Osmanlı Devleti'nin Doğu İllerini Savunma Derneği (Comite de Direction de la Ligue de Defense Des Droits Nationaux de Vilayets Orientaux) tarafından İngiliz Yüksek Komiserliği'ne ve İngiltere Başbakanı'na bir yazı gönderilerek, Türkiye'nin bölünmesine karşı çıkılıyordu. Bu yazının bir suretini 19 Mart'ta İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour'a gönderen Amiral Calthorpe, şu yorumda bulunuyordu: "Bu dernek 'Ermenistan'ı (Doğu İlleri'ni) Türklere bıraktırmak ve Ermeni hak iddialarına karşı mücadele etmek için kurulmuştur. Derneğin komitesi benimle görüşmek için başvuruda bulundu ama kendilerine, görüşlerini bana yazılı olarak bildirmelerini söyledim."37

Bunun ardından İngilizler, 22 Şubat'ta Maraş'ı işgal ediyor; Türk halk, Narlı dolaylarındaki Aksu köprüsünü yakıyordu. Savaş döneminde Türkiye'den ayrılmış olan birçok Ermeni'ler kitle halinde ülkeye dönmeye başlıyordu. 23 Şubat'ta Yunanlılar, Edirne'ye bağlı Karaağaç'ı işgal ediyorlardı. Bu arada, 24 Şubat'ta kabinesinde değişiklik yapan Tevfik Paşa, 3 Mart'ta büsbütün istifa edecektir. Yine 24 Şubat'ta, İngilizler Urfa'ya bağlı Birecik'i işgal ediyor; 25 Şubat'ta Karadeniz Türklerinin Haklarını Koruma Derneği'nin Tokat şubesi açılıyordu. 3 Mart'ta istifa eden Tevfik Paşa'nın yerine 4 Mart'ta Damat Ferit Sadrazam oluyordu. Aynı gün, Edremit, Burhaniye ve bölgesi Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti genel sekreteri yazmanı Avni İsmail imzasıyla, Balıkesir'de yayımlanan Ses gazetesine bir yazı gönderilerek, Türklerin haklarının her türlü araçla korunacağı belirtiliyordu.38

Bir gün sonra da, Edremit'te binlerce kişi toplanarak, Türk topraklarının başkalarına verilmemesi için önlem almayı kararlıştırıyor; Padişaha bir tel yazısı göndererek, Edremitlilerin Osmanlı sancağı altında yaşamak istediklerini belirtiyorlardı.39 Ancak, 7 Mart'ta Fransızlar Kozan'ı işgal ediyor; oradaki Ermeniler zafer takları kuruyor;40 8 Mart'ta da Zonguldak ve Erekli'yi işgal ediyorlardı. Aynı gün, Elaziz'den Sadrazama gönderilen ve Mamuretül Aziz, Akdağ, Harput ve öteki kentlerle köy ileri gelenlerinin imzalarını taşıyan bir protesto, Sadrazam tarafından İngiliz Yüksek Komiserliği'ne iletiliyordu.41

Bu gelişmeler kaydedilirken, Sadrazam Damat Ferit, 9 Mart'ta İngiliz Yüksek Komiser vekili Richard Webb'i görmeye giderek, kendisinin ve efendisi Padişahın Tanrı'dan sonra İngiltere'ye umut bağladıkları yolundaki güvencesini birçok kez yineliyordu.42 Bu sıralarda, çevrede İzmir'in Yunanistan'a verileceği söylentilerine karşı, 12 Mart'ta İzmir Osmanlı Haklarını Savunma Derneği'nin temsilcileri, Yüksek Komiserliklere gönderdikleri andıçlarda, İzmir ve çevresinin Türk olduğunu belirterek, Yunanistan'a verilmemesi isteminde bulunuyorlardı.43 12 Mart'ta Urfa Müftüsü Hasan Efendi, Belediye Başkanı Hacı Ahmet ve birçok ögenin Osmanlı Dışişleri Bakanlığı'na gönderdikleri ve bir sureti İngiliz Yüksek Komiserliği'ne havale edilen bir mektupta, Urfa Türk ve Kürtlerinin Türkiye'den ayrılmayı dilemediklerini bildiriyorlardı.44 Aynı gün, Van ilçesi ögelerinden gönderilen bir yazıda, Türkiye'nin bölünmemesi için ABD Başkanı Wilson ve Fransa Başbakanı Clemenceau'ya başvuruda bulunuluyordu.45
13 Mart'ta Trabzon Ulusal Hakları Savunma Derneği kongresi de hükümete, Trabzon'un Türkiye'den ayrılmamasını dileyen ve İngiliz Yüksek Komiserliği'ne aktarılan bir bildiri gönderiyordu.46 15 Mart'ta Van, Harput, Beyazit ve öteki bölgelerden Padişaha ve Sadrazama gönderilen ve yine İngiliz Yüksek Komiserliği'ne suretleri iletilen yedi adet yazıda, Türkiye'nin bütünlüğünün korunması dileniyordu.47 17 Mart'ta, Urfa'nın Akçakale ilçesi Fransızlarca işgal ediliyor; Edremit'te Redd-i İlhak Derneği kuruluyordu.48 17-18 Mart arasında ilginç bir olay kaydediliyor; Samsun'daki Rum çetelerine karşı savaşmak üzere Teğmen Hamdi, askerlerini alarak dağa çıkıyordu.49 İzmir'de ise, 17 Mart'ta açılıp 19 Mart'ta sona eren İzmir Osmanlı Haklarını Savunma Derneği kongresi, İtilâf Devletleri'nin İstanbul'daki Yüksek Komiserlerine birer telgraf çekerek, İzmir'in Türklerden alınmamasını istiyor; "Türk milleti tehlikelere karşı kendini koruma kararındadır" diyordu.50

20 Mart'ta Trakya-Paşaeli Osmanlı Haklarını Savunma Derneği ile Batı Trakya Komitesi karma delegeler kurulu, Trakya'nın Türklerde kalmasının gereğini Paris'te anlatmak üzere İstanbul'dan yola çıkıyordu. Kurula şu yönerge verilmişti: Doğu ve Batı Trakya birleştirilip Osmanlı yönetimine bırakılsın. Bu olmazsa, Batı Trakya bağımsız olsun.51 Yine 20 Mart'ta, Harput iline bağlı Egin Müslümanları, Osmanlı yönetimine gönderdikleri ve Dışişleri Bakanlığı'nca İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bir sureti sunulan telyazısında, Ermeni canavarlıklarını ve o yörede Ermeni idaresinin kurulmasını protesto ediyor; Wilson ilkelerinin uygulanmasını diliyorlardı.52 Aynı gün (20 Mart), İzmir ve dolaylarındaki yörelerin ileri gelenleri tarafından İngiliz Yüksek Komiserliğine gönderilen bir telyazısında, o bölgedeki Rum taşkınlıklarından şikayet ediliyordu. Telgrafı imzalayanlar arasında İzmir Belediye Başkanı Hasan Paşa, Manisa Belediye Başkanı Vekili Bahri Bey, Balıkesir Belediye Başkanı Emin Bey vs. de vardı.53 Öte yandan 24 Mart'ta Urfa bir İngiliz piyade bölüğü tarafından işgal ediliyor; Türk süvari alayı komutanı işgali protesto ediyordu. Ayrıca Lozan'daki Türkler, Türkiye'nin parçalanmasına karşı çalışmalarda bulunmak üzere bir Savunma Derneği kuruyorlardı.54
Yeni İşgaller
Bu sırada İtalyanlar, Bağlaşıkların bilgisi olmadan Antalya, Kaş ve Silifke'yi 28 Mart'ta işgal ediyor; Türkler ve özellikle Müftü Ahmet Hamdi Efendi tarafından protesto ediliyorlardı.55 Ayrıca, ülkenin tanınmış ailelerine mensup hanımlar da, 29 Mart'ta Paris, Londra, Roma ve Washington kadın derneklerine gönderdikleri bildirilerde Türk tezini savunuyor; daha birçok öteki yerlerden Türk halk, çeşitli emellerden etkilenerek yerel yönetime ve basına başvuruyor, sevdiği toprakların ayaklar altına alınmaması isteminde bulunuyor; ayrıca Van, Urfa ve Ermenek'ten Başbakanlığa ve İçişleri Bakanlığı'na telyazıları gönderiyordu.56 Yine 29 Mart'ta, Antalya Müslümanları adına Belediye Başkanı Mustafa Bey, İngiliz Yüksek Komiserliği'ne gönderdiği telyazısında Antalya'nın İtalyanlarca işgalini protesto ediyordu.57 Bu sıralarda Doğu İlleri'ndeki Kürtler de Ermeni yayılmasından kaygılanıyor; Diyarbakır Kürt ögeleri, Padişaha gönderdikleri bir yazıda, bir Ermeni yönetimi kurulmasından kaygılandıklarını bildiriyorlardı.58 Edremit ve Sivas ögeleri de, 8 Nisanda İngiliz Yüksek Komiseri'nin eline geçen ayrı bildirilerde, Yunan ve Ermeni yayılmasına karşı endişelerini belirtiyorlardı.59
1919 yılı Nisan ortalarına doğru ulusal direniş haketlenmeye başlıyordu.14 Nisan'da İnebolu'da Rum çetelerine karşı ilk ulusal müfreze kuruluyor;60 15 Nisan tarihli İngilizce The Times gazetesi, Türkiye'nin kimi illerinde, çok ağır olan barış koşullarına karşı direnme hazırlıkları yapıldığını bildiriyordu.61 Bu arada işgaller sürüyordu. 16 Nisan'da Fransızlar Afyonkarahisar istasyonunu işgal ediyorlardı. Yine 16 Nisan'da İngiliz İstihbarat Servisi mensuplarından Yüzbaşı H. A. D. Hoyland'ın İstanbul'daki İngiliz Genel Karargâhına bildirdiğine göre, bir zamanlar İçişleri Bakanlığı müsteşarlığı görevinde bulunmuş olan, Fezan eski milletvekili Cami Bey yerel dağıtımını yaptığı bir kitapçıkta, tarih ve istatistiklere dayanarak, Bağlaşıklardan, İzmir'i Yunanistan'a ilhak etmemeyi diliyordu.62 17 Nisan'da ise, Eğin ögeleri Türkiye'nin bölünmesine karşı çıkıyorlardı.63

Trabzon'daki İngiliz Kontrol Subayı Yüzbaşı Crawford'un 19 Nisan'da kaleme aldığı raporda, Trabzon Muhafaza-i Milliye Cemiyeti'nin, halkının yüzde 80'i Türk olan o bölgenin Türkiye'den ayrılmayı dilemediğine dair bir önerge kabul ettiğini bildiriyordu.64 22 Nian'da Diyarbakır ve Midyat ögeleri de, hükümete gönderdikleri ve İngilizlere iletilen telyazısında, Osmanlı yönetimine bağlılık beyan ediyor ve Ermeni tahakümüne karşı kaygılarını dile getiriyorlardı.65 26 Nisanda İtalyan askerleri Konya'ya ulaşıyor; 1 Mayısta Kuşadası ve Selçuk'u işgal ediyorlardı. 2 Mayıs'ta da, İngiltere, Fransa ve ABD, İtalya'dan gizli olarak, İzmir'in Yunanistan'a verilmesini görüşmeye başlıyor;66 5 Mayısta Doğu illeri Haklarını Savunma Derneği Erzurum şubesi, Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Bitlis, Van ve Erzincan'a çağrıda bulunarak, toplanıp işbirliği yapmalarını öneriyordu. Bu çağrı daha sonra Erzurum Kongresi'yle sonuçlanacaktır.67
İzmir'in İşgali
Paris Barış Konferansı 5 Şubatta Yunan toprak isteklerinin incelenmesiyle ilgilinecek bir komisyon görevlendirmişti. Çalışmalarını Mart sonunda bitiren komisyon, Yunan dileklerini bazı değişikliklerle kabul etmişti.68 Bu sırana ABD Başkanı Wilson'un Fiume sorunu ile ilgili tutumu yüzünden İtalyan kurulu 24 Nisan'da konferansı terk edince, 6 Mayıs'ta "Üç Büyükler -İngiltere, Fransa ve ABD - büyük gizlilik içinde aldıkları bir kararla Yunanistan'ı, İzmir'i işgale çağırmışlardı.69 Yunanlılardan önce davranan İtalyanlar, 11 Mayıs'ta Fethiye, Bodrum, Marmaris ve Kuşadası'nı işgal ediyorlardı. Kaymakam ve bölük komutanı ile Osmanlı Haklarını Savunma Derneği, İtalyan kuvvetlerinin bu davranışını 13 Mayıs'ta protesto ediyorlardı. Bodrum'dan da 25 Müslüman, 5 Rum ve 1 Musevi'nin imzaladığı protesto yazısı hükümete ve Yüksek Komiserlere iletildi.70

14 Mayıs'ta İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri vekili Richard Webb, İzmir'in Yunanlılarca işgal edileceğini Sadrazam Damat Ferit'e bildiriyordu. İzmir'de işgal hazırlıklarıyla uğraşan Yüksek Komiser Amiral Calthorpe da, Vali İzzet Bey'e ve 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa'ya, Bağlaşıkların istihkamları işgal edeceklerini haber vermişti.71 İzmir'in işgal edileceği haberi Türk halk arasında büyük bir öfke yarattı. Vali konağının önünde toplananlardan bir genç, valiye nota verdikten sonra dışarıya çıkan İngiliz temsilci James Morgan ve yardımcısı Stith'e şöyle haykırıyordu: "Henüz ölmedik.
Biz yüce bir ulusuz. Uykuda gibi görünüyorsak da uğraş içinde bulunuyoruz. Ülkemizin peşkeş çekilmesini kabul edemeyiz. Bazı karışıklıklar olacaktır. Biz ölebiliriz, ama başkaları da bizimle birlikte ölecektir".72 Öteyandan Köprülü Kazım, "Savaşa yarar herkes silahlarıyla dağa çıksın, savaşalım" çağrısında bulunuyor; silahlanarak iç bölgelere çekilmek kararı alınıyordu.73

14-15 Mayıs arası Redd-i İlhak kurulu İzmir'de bir bildiri yayımlayarak, halkı ulusal birliğe ve işgale karşı direnmeye çağırıyor, şöyle diyordu: "Wilson ilkeleri adı altında hakkın gasp ediliyor ve namusun parçalanıyor. Güzel memleketin Yunan'a verildi... Artık kendini göster. Bütün kardeşlerin Masatlıktadır. Oraya yüz binlerce toplan ve ezici çoğunluğunu göster. Burada zengin, fakir, alim, cahil yok. Yunan hakimiyetini istemeyen ezici bir kitle olduğunu ilan ve ispat et!"74 Kadınlı erkekli İzmir halkı Masatlık'taki Yahudi mezarlığına akıyor; gece sabaha kadar ateşler yakılarak limandaki İtilaf gemilerine Yunan işgalinin protesto edildiği gösteriliyor; yapılan konuşmalarda İzmir'in Türkiye'den alınamayacağı, Yunanistan'a verilemeyeceği dile getiriliyordu.75

15 Mayıs sabahı, Yunanlılar İzmir'i işgal ediyorlardı. İzmir Başpapazı Hrisanthos, Yunan askerlerini takdis ediyordu. Ellerinde Yunan bayraklarıyla rıhtıma birikmiş olan Rumlar coşkun gösteriler yapıyorlardı. Hukuk-u Beşer gazetesi sahibi Hasan Tahsin, kentte törenle ilerleyen Yunan işgal gücünün bayraktarını tabancayla vuruyor; ortalık birden karışyor; Hasan Tahsin ve daha birçok Türk şehit ediliyordu. Bunun üzerine Yunan/Rum kırımı ve yağması başlıyordu. Bu arada İzmir'in işgali haberi hızla yurdun her yanına telgrafla yayılıyordu. Denizli kenti ve yakın köyler halkı miting düzenliyor; Müftü Ahmet Hulüsi Efendi yaptığı konuşmada "İşgale uğrayan ülke halkının silaha sarılması ve savaşması farz-ı ayindir, fetva veriyorum; Hristiyanlara dokunmayınız" diyordu.

İzmir'i işgali üzerine hükümete ve İtilaf Devletlerine binlerce yazı ve telyazısı gönderilmeye başlandı. Ilgın, Karaman ve Alaşehir halkı adına Başbakanlığa çekilen telgraflarda işgalin kabul edilemeyeceği belirtiliyordu. Niğde Redd-i İlhak kurulu, işgalin yıldırım düşer gibi duyulduğunu belirtiyor; Keçiborlu halkı adına belediye başkanı, Başbakanlığa çektiği telgrafta, İzmir için ulusa buyruk vermenin yeteceğini bildiriyor; İtilaf Devletleri Yüksek Komiserlerine ise İzmir için kan dökmeye hazır oldukları uyarısında bulunuyordu. Ezine ögeleri, heyecanda olduklarını, kesin önlemler beklediklerini bildiriyorlardı. Antalyalıların tel yazısında, işgalin Türk ulusuna hakaret demek olduğu, boynu bükük ölmektense onurla ölmeyi tercih ettikleri, hükümetin kesin ve ivedi önlem almasını bekledikleri belirtiliyordu. Yalvaçlıların tel yazısında "Türk ulusu zilletle yaşayamaz, namusumuzla yaşayacağız, namusumuzla öleceğiz" deniliyordu. Karacasu'dan çekilen telgrafta, miting yapılarak halkın ölmeye ant içtiği belirtiliyordu. Silifkeliler de işgali protesto ediyor; Aydın, Konya ve Burdur'da mitingler yapılıyordu. Muğla'da yapılan mitingde, Mustafa Kemal Paşa'nın yurdu kurtarmak için Anadolu'ya geçtiği söyleniyordu.76 İzmir'in işgali üzerine Menteşe Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kuruluyordu.77

16 Mayıs'ta Yunanlıların işgalleri Bornova ve Karşıyaka'ya genişledi. 173. alayın silah deposunu basan Türkler, Yarbay Kasım'ın emrindeki milis örgütüne girerek ilk direniş gücünü oluşturuyorlardı. Ancak, Seferihisar Yunanlılarca işgal ediliyor, ama protestolar sürüyor; Kastamonu ve ilçesinde yapılan mitinglerde milli yas ilan ediliyordu.78 Bursa, Tavaş, Bayramiçi, İnegöl ve Seydişehir'de mitingler düzenleniyor; Çorlu'dan çekilen telgrafta, "Bu hareketin fiilen isyanımıza neden olacağından emin olunuz" deniliyordu. Pınarhisar, Acıpayam, Ayancık, Silifke, Ordu ve Hayrabolu'dan gönderilen telyazılarında işgal protesto ediliyordu.79 Gördeş'ten 'genel halk' imzasıyla Başbakanlığa çekilen telyazısında, "Aydın oğullarının yurdunu baştanbaşa ateş ve kana boğmadıkça başka bir ele teslim etmemeye yemin ettik" deniliyordu. Osmaneli, İnegöl, Gemlik, Çatalca, Nevşehir, Konya, Beyşehir, Keskin, Babaeski ve Ezine'den de protesto telgrafları gönderiliyordu.80 Edremit Redd-i İlhak Derneği ilk tarihî toplantısını yapıyor;81 Trabzon'un ileri gelenleri, belediye dairesinde bir toplantı yapıyor ve İzmir'in işgalini protesto etmek kararını alıyorlardı. 17 Mayıs'ta, belediye başkanı Osman Ağa (Topal) başkanlığında büyük bir miting düzenlenerek İzmir'in işgali protesto ediliyordu.82
İzmir olayları yüzünden güç bir durumda kalan Sadrazam Damat Ferit, 17 Mayıs'ta istifa ediyor; aynı gün İtalyanlar, Afyon ve Akşehir istasyonlarını denetim altına alıyor; Milas'ın iskelesine, Güllük'e dek el koyuyorlardı. İstanbul basını, İzmir'in işgali haberini ancak 17 Mayıs'ta açık olarak yazabiliyor ve Wilson ilkelerinin uygulanmayışından yakınıyordu. İşgal haberini verirken sansürün buyruklarına uymadığı gerekçesiyle Tasvir-i Efkar ve Yeni Gazete 24 saat süreyle kapatılıyordu. Yunanlılar da İzmir'de Köylü ve Müsavat gazetelerinin idarehanelerine el koyuyorlardı.83 Yurdun birçok yerinde mitingler sürüyor, İstanbul'a telyazılar gönderiliyor; İzmir'in işgali protesto ediliyordu. Eskişehir, Çal, Kütahya ve Kandıra'da mitingler yapılıyor; Kandıralılar, hükümetin emirlerine hazır olduklarını bildiriyorlardı. Silvanlılar Başbakanlığa gönderdikleri telgrafta bir karış toprağın bile verilmesine seyirci kalamayacaklarını belirtiyor; "Hınıs ve Pasinler adına İstanbul'a ve Erzurum Valiliği'ne gönderilen tel yazılarında "çıkacak boğazlaşmanın sorumluluğunu kabul etmeyiz" deniyordu. Bozkırlar da bir telyazıyla işgali protesto ediyor; Ezine, Ödemiş, Kırklareli, Gördeş, Kalecik, Keskin ve daha birçok yerden protesto telgrafları gönderiliyordu.84

Bu protestolar yapılırken, Yunanlılar, 17 Mayıs'ta Çeşme'yi, İtalyanlar da Söke ve Milas'ı işgal ediyorlardı. Hadisat gazetesi şöyle diyordu: "Gözyaşlarımız olsun bırakınız aksın. Sevgili İzmir'imizin, Anadolu'nun gözbebeği, baştan aşağı Türk ve Müslüman olan, en büyük şehrimizin, can ve siyaset hasmımız olan Yunanistan'ın askeri işgali altına girdiğini öğrendik. 1.239.782 Türk ve Müslüman, 298.373 Rum'un zülüm ve esaretine tevdi edildi". 18 Mayıs'ta İstanbul Üniversitesi'nin 4 bini bulan öğretmen ve öğrencileri, Dr. Besim Ömer Paşa'nın yönetiminde toplanarak İzmir'in işgali olayını görüşüyor; Rıza Tevfik sükunet tavsiye edince, İzmir'li Hamdi Şevket buna karşı çıkarak, "Memleket zaten yanmış, yanacaksa şanlı olarak yansın" diyor; eyleme hazırlanılmasını öneriyordu. Birkaç konuşmacıdan sonra bütün gençlik adına, ulusun birliği için gerçek bir seferberlik ilan edilmesi; hudutta, düşman içeri girmişse orda savaşılması öneriliyordu. Fen Fakültesi adına Giyasettin, "Asıl mücadele bundan sonra başlıyor" diyordu. Tıp Fakültesin'den Sırrı, "Eğer hakkımızı teslim etmezlerse, buradan bağırıyorum: dünya barış yüzü görmeyecektir" uyarısında bulunuyordu. Hukuk Fakültesi öğrenci temsilcisi, "Bütün varlığımızla isyan ediyoruz; gereken maddi ve manevi teşkilatı yaptık" diyordu.85

İzmir'in işgaline karşı tüm yurtta miting ve protestolar sürüyordu. Ankara'da Cavit Paşa'nın başkanlığı altında eşraftan 12 kişilik bir grup, 18 Mayıs'ta öğleden sonra, kentteki İngiliz kontrol subayını görmeye giderek, Yunanlıların İzmir'e asker çıkarmalarını protesto ediyorlardı. Mevlevi tevvesi şeyhi, Müftü ve belediye Başkanı da protestocular arasındaydı.86 Erzurum'da yapılan mitingde Dursunzade Cevat, Ermeni istilası tehlikesine değinerek, "Tek çare silahlanıp karşı koymaktır; bunun dışında kurtuluş yoktur" diyordu. Wilson'a ve İstanbul'daki İtilaf Yüksek Komiserlerine, yapılmış olan hatanın düzeltilmesini isteyen telyazıları gönderiliyordu. Bursa, Tire, Havza ve İstanbul Amerikan Kız Koleji'nde yapılan mitinglerle işgal protesto ediliyor; Denizli eşrafı ve mutasarrafı, İtilaf Devletleri temsilcilerine gönderdikleri telgrafta, İzmir'i terk etmedikleri takdirde Denizli halkının İzmir'i savunacağını bildiriyorlardı. Şebinkarahisarlıların Padişaha gönderdikleri telgrafta, yurdun işgaline karşı susanların ileride lanetle anılacağı belirtiliyordu.87 Zonguldak, Mudanya, Üsküdar ve Alaşehir kadınlarından gönderilen telgraflarla işgal lanetleniyordu, Bafralılar İzmir'in kurturılması için emre hazır olduklarını bildiriyor; Beyşehirliler, İçişleri Bakanlığı'na eli silah tutan bütün halk şehitlere katılmadıkça bir karış toprağı vermemeye yeminli olduklarını yazıyorlardı. İstanbul'daki siyasi partiler ve belediye başkanı da işgali protesto eden bildiriler yayımlıyor, protestolar gönderiyorlardı.88
Yine 18 Mayıs'ta Foça Yunanlılar tarafından işgal ediliyor; İngilizler Alaşehir'e el koyuyarlardı. O günkü İleri gazetesi şu yorumda bulunuyordu: "İzmir'in işgali karşısında bütün Anadolu, bütün Türkler birleşti. En son dereceye kadar vatanı savunmaya karar verdi." Vakit gazetesi şöyle diyordu: "İzmir'de cereyan eden olaylar - M. Aşım: İzmir'in işgali, İstanbul ve taşra kamuoyunda yarattığı şiddetli heyecan... İzmir'le en az ilişkisi olan Kastamonu taraflarından öyle telgraflar geliyor ki, bunların altında Ayşe, Fatma imzaları vardır. Bunlar da Anadolu'nun kahramanlı sınıfına katılmaktadır. İzmir işgal edileli hiçbir Türkte rahat huzur kalmamıştır. İzmir'i birkaç yıl Anadolu'dan ayırmak, Anadolu'yu baştan başa mezaristan yapmaya yeter."

Bu olaylar sürüp giderken, 19 Mayıs'ta Mustafa Kemal, 9. Ordu birlikleri müfettişi sıfatıyla, sözde bölgedeki silahları toplama, çeteleri bastırmak ve sükûnü yeniden kurmak göreviyle Samsun'a ulaşıyordu. Aynı gün işgallere karşı her yanda protestolar devam ediyordu. Tirebolu'lar 19 Mayıs'ta bir miting düzenleyerek İzmir'in işgalini protesto ediyor;89 haklarını son nefeslerine kadar koruyacaklarını ve bu konuda imkânın elverdiği her türlü özveriye hazır olduklarını bildiriyorlardı. İstanbul'da birlerce kişinin katıldığı bir miting düzenleniyordu. Mitingi izleyen Bağlaşık Polis Kontrol Subayı Ceccaldi'nin 19 Mayıs'ta kaleme aldığı raporda anlattığına göre, duygulanmış ve ağlayan bir kalabalığa, ikisi kadın olmak üzere (Halide Edip de dahil) altı konuşmacı hitap ederek, ulusun, İzmir'in Yunanlılara verilmesini hazmedemeyeceğini haykırmışlardı. Mitingde hazır bulunan çok sayıda kadınların göğüslerinde "İzmir kalbimizdedir" sözcüklerini taşıyan rozetler vardı.90

Yine 19 Mayıs'ta, İngiliz Yüksek Komiseri vekili Amiral Richard Webb, Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği "oldukça ivedi" işaretli yazıda şöyle diyordu: "İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali tüm Batı Anadolu ve İstanbul'da protesto fırtınası başlatmıştır. Padişaha, yönetime ve Yüksek Komiserlere durmadan telyazıları gönderilmektedir."91 Amiral Webb, aynı gün Londra'ya gönderdiği telyazısında, Yunan işgalinin İstanbul'daki Müslümanlar arasında yaratmış olduğu duyguların "billurlaştığını" ve matem nişanesi olarak İstanbul'daki mağazaların 18 Mayıs günü kapandığını bildiriyordu. 16
Mayıs'tan beri 200 kadar protesto yazısı almış olduğunu bildiren Webb, bu yazıların kimilerinin tehdit edici olduklarını, iç bölgelerden İstanbul'a yürüyüş düzenlenmesinden ve çeteler kurulmasından söz edildiğini belirtiyor, şunları ekliyordu: "İç bölgelerdeki durumun oldukça tehlikeli olduğunu seziyorum."92

20 Mayıs'ta, İstanbul'un Üsküdar semtinde, binlerce kişinin katıldığı büyük bir miting düzenleniyordu. Mitingi izleyen Bağlaşık Polis Kontrol Subayı Yarbay E. C. Maxwell, 22 Mayıs'ta kaleme aldığı raporda şu yorumu yapıyordu: "Tüm miting, benim şimdiye dek tanık olduğum mitinglerin en etkilisi ve en hazini olmuştur. Hemen hemen herkes toplantıya katılmıştı. Erkekler, kadınlar ve çocuklar başlangıçtan sona kadar ağlıyor; kadınlar göğüslerini yoluyorlardı. Çevrede işitilen tek ses, her yandan yükselen ah'lar ve ağlamalardı... Tüm miting esnasında düzen korundu."93 Bu sırada, Ünye'liler, 21 Mayıs'ta bir telgrafla protestoda bulunuyor; İzmir'in işgali protestolarına yerel dernekler de katılıyordu. Trabzon Muhafazaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti, İzmir'in işgali üzerine, 22 Mayıs'ta Yüksek Komiserlere protesto telyazıları gönderiyordu.94 28 Mayıs günü, işgal azınlıklarına silahla karşılık verilmesi, bütün Doğa Anadolu'yu temsil edecek daha geniş bir kongrenin düzenlenmesi kararlaştırılıyordu.

29 Mayıs'ta Amiral Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanı vekili Lord Curzon'a gönderdiği yazıda, o güne dek kendisine ve öteki Yüksek Komiserlere, ek olarak dünya önderlerine, İngiliz Kralı'na, İngiliz Parlamentosu'na ve hatta Japonya yönetimine, Türkiye'nin her yanından yüzlerce protesto telyazıları ve yazıları gönderildiğini bildiriyor; Türklerin, Yunan işgaline karşı duydukları öfke ve kaygıları yansıttığını kaydediyor, şunları ekliyordu: "Bir tüm olarak bu telyazılarının (Türk) halkının gerçek ve geniş kapsamlı duygularını yansıttığını ve bu duyguların gözardı edilemeyeceğini hissediyorum."95
Türk Ulusal Akımının Doğuşu
Türk tarihçiler arasında ulusal akımın başladığı tarih konusunda görüş ayrılıkları vardır. Genellikle Mustafa Kemal'in ulusal direnişi başlatmak gizli amacıyla, Anadolu'yu yatıştırmak görevi ve 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun'a ayak bastığı 19 Mayıs 1919 günü başlangıç tarihi olarak kabullenmektedir; ancak, bu tarih, ulusal mücadelenin o tarihten önce var olmadığı izlenimini verir. İkinci tarih olarak Yunanlıların İzmir'i istila ettikleri 15 Mayıs 1919 gösterilir. Bu tarıhte ulusal direnişin Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri biçiminde örgütlendiğine işaret olunur. Üçüncü tarih olarak, yenik düşmüş bir Türkiye'ye zorla kabul ettirilmek istenen Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı 30 Ekim 1918 gösterilir. Bu tarihten sonra, Bağlaşıkların mütarekenin koşullarından yararlanarak, bir savaş ganimeti bildikleri Türkiye'yi bölüşmeye koyuldukları belirtilir.96

Daha başka tarihler üzerinde de durulabilir. Örneğin Mustafa Kemal'le Ali Fuat'ın İstanbul'da buluşarak, Osmanlı Devleti'nin geleceği konusunda görüştükleri, Ordu vasıtasıyla ve ulusal iş birliğiyle bir direniş örgütleme gereği konusunda görüş birliğine vardıkları 20 Aralık 1918 tarihi de eklenebilir.97 O dönemde İtalya'nın İstanbul'daki Yüksek Komiser katını işgal eden Kont Carlo Sforza, "Mustafa Kemal Paşa, henüz 1919'un ilk aylarında, tek kurtuluş yolunun bağımsız bir Türkiye olduğunu hissetmişti" der.98 Harp Tarihi Dairesi Arşivi belgelerine dayanan Ahmet Hulki Saral'a göre, Karakese köy halkının 19 Aralık 1918'de Fransızlara karşı koyması, Türk ulusuna saldıran düşmana karşı ilk ayaklanma ve direnişti. Yine Saral'a göre, 1919 yılı başından itibaren eyleme geçen Karahasan ve arkadaşları, Türkiye'de ilk ulusal direnişi başlatmış oluyorlardı.99
1934'te İstanbul'da yayımlanan Tarih'in 4. cildinin 31. sayfasında şöyle denir: "Ayvalık tarafından 600 kişilik bir kuvvet başında bulunan Ali Bey, Ayvalık'ı işgale gelen Yunan alayını ateşle karşıladı (28 Mayıs 1919); artık düşmana, saltanat ordusu tarafından değil, Türk halkının milli teşekkülleri tarafından fiili mukabele başlamıştı. Bu andan itibaren Yunanlılara karşı anayurdun Türk milleti tarafından silahla müdafaası başlamış demektir".100 İzmir'de Osman Nevres (takma adı Hasan Tahsin Recep) tarafından 15 Mayıs 1919 günü atılan ilk kurşunu da unutmamak gerektir.101
Ulusal akamın gelişmesi ve yayılması üç evreye ayrılabilir:

1. İtilaf Devletleri'nce işgal edilen, ya da işgal edilmesi kararlaştıralan bölgelerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluş dönemi. Bu dernekler daha çok Başkan Wilson'un 14 ilkesinden esinleniyorlardı. İşgalin yapıldığı ya da istila şeklini aldığı İzmir ve Aydın ili gibi yörelerde bu bölgelerin yabancı ülkelere katılmasını ya da işgallerin genişlemesini her açıdan önlemek amacıyla Redd-i İlhak Cemiyetleri kurulmuştu.102 Mondros Mütarekesi'nin Türkler için ne anlama geldiğini kavrayan yurtsever Türk aydınlar, başta İzmir olmak üzere, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde direniş örgütleri kurmuşladı. Özellikle düşman işgali tehlikesiyle karşı karşıya olan ve azınlık eylemlerinin yoğun olduğu bölgelerde kurulan bu örgütlerin başlıca amacı, kuruldukları bölgelerin Türklüğünü çeşitli istatistiki bilgilerle kanıtlayarak düşman işgalini önlemekti. Batı Anadolu'da Yunan ve Güneydoğu Anadolu'da Faransız işgallerine karşı oluşturulan Kuvay-ı Milliye birlikleri, Anadolu insanının Avrupa devletlerinin hakkında vermiş olduğu haksız kararlara karşı bir tepkisiydi. Anadolu Türklüğünün bağımsız ve özgür yaşama isteğini yansıtan bir ruhun ifadesi olan Kuvay-ı Milliye, düzenli ordu kurulmasına kadar geçen süre içinde Yunan ve Fransızların özgürce ve hiçbir tepki ile karşılaşmadan Anadolu içlerine ilerlemelerine engel olmak suretiyle Türk ulusunun ölüm-kalım savaşında oldukça önemli bir görevi yerine getirmiştir.103

2. Türk ulusçularının düzenlediği ulusal kongereler dönemi. 4 Eylül 1919'da toplanan Sivas Kongresi'yle bu dönem doruk noktasına erişiyor; tüm Mudafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri tek bir örgüt olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı adı altında birleşerek, Anadolu'da fiili bir yönetimin çekirdeğini oluşturan ve Sivas Kongresi'nce seçilen Hey'et-i Temsiliye önderliği altında, ana hatlarını Misak-ı Milli ile çizdiği siyasayı gerçekleştirmek için başlangıçta milis güçlerinden oluşan Kuvay-ı Milliye'yi eyleme geçirmiştir.

3. 23 Nisan 1920'de Anadolu'da Büyük Millet Meclisi yönetiminin kurulduğu dönem ve sonrası. Bu dönemde Türk ulusal akımının önderleri, 16 Mart 1920'de Osmanlı başkenti İstanbul'un İtilaf Devletleri'nce resmen işgaline karşılık kendi fiili hükûmetlerini kurarak, düşmanlarının düşmanlarıyla ilişkiler kurmaya koyulmuşlardı. Bu dönem 1923 Temmuzu'nda imzalanan Lozan Antlaşması'yla Türk ulusalcılarının başarılarını taçlandırmıştır.

1. İngiliz Kaynaklarına Göre Türk Ulusal Akımı Niçin ve Nasıl Başladı
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir Arthur Somerset Gough Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanı vekili Lord Curzon'a 30 Temmuz 1919'da gönderdiği yazıda, 3 ile 24 Temmuz tarihleri arasında İstanbul'dan Trabzon'a giderek araştırı yapmış olan Deniz Yarbayı Heathcote-Smith'in, Ulusal Savunma Örgütleri'ne (Müdafaa-i Milliye Cemiyetleri) ilişkin olarak 24 Temmuz'da kaleme aldığı raporun bir suretini iliştiriyor, şu yorumda bulunuyordu: "Türk ulusal akımının doğuşu ve sür'atle yayılması şu nedenlere dayanır: Yunan ve İtalyan işgalleri ve yakında bağımsız Ermenistan ve Pontus cumhuriyetlerinin kurulacağı yolundaki söylentiler. Bu etkenler, Anadolu Müslümanları arasında kaygı ve huzursuzluk yaratmış ve onları, ulusçu kışkırtıcıların eylemlerine kolayca kaptırmıştır. Cılız ve iflas etmiş bir hükümet bu gelişmelerle başa çıkamamıştır."

Heathcote-Smith ise raporunda şunları kaydediyordu: "Oldukça ciddi bir akım başkaldırmaya başlamıştır. Bu akım, 3 Temmuz'da henüz gizli ve başlangıç evresindeydi. 8 Temmuz'da ise, Erzurum'da yapılan açıklamada bir akım örgütleneceği bildirilmişti ve bugün, Türkiye'nin her yanında Ulusal Savunma Örgütleri resmen ortaya çıkmıştır. Bu akımın meydana gelişinin başlıca nedeni, İzmir'in işgal edilmiş olmasıdır. Türkiye (ve İttihat ve Terakki!) 30 Ekim 1918'de o kadar yüreksiz ve savaş bitkini idiler ki, bu ülkeyle ilgili herhangi bir sert barış kararı hiçbir direnişle karışlaşmadan alınabilirdi. İzmir'in işgaline dek aradan yaklaşık olarak yedi ay geçmiştir. Mütarekeden bu yana geçen her ay halka, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ancak Wilson'un 14 ilkesinin güvence altına alabileceği telkin edilmişti. Kimi devletlerin, Türklere, sorunlarının sempatiyle incelenmekte olduğunu ima ettikleri bilinmektedir. İzmir olayı ve Yunanlıların, işleri berbat etmesinin ardından, ulusal akım gelişmeye başladı ve bugün Ulusal Savunma Örgütü gerçekte Türkiye anlamına gelmektedir. Rumlarla Ermeniler tarafından katledilme korkusu... Türkiye'nin belirsiz ve gittikçe genişleyen bir bölümünün gerçekten yirilmiş olması, Küçük Asya'daki başlıca kentiyle (İzmir) kuzeyde bir Pontus cumhuriyeti ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı söylentileri ve Yunanlıların, Bağlaşıkların yardımıyla İzmir'e sızdıkları inançları -tüm bu gerçeklerle kaygıların toptan etkisi- Ulusal Savunma Akımı için ideal bir hava yaratmıştır".104
Sonuç
Mustafa Kemal (Atatürk), Samsun bölgesini yatıştırmak, silahları toplamak ve varsa şuraları dağıtmak resmi göreviyle, Sadrazam Damat Ferit tarafından ve Padişahın izniyle atandığı 105 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, Anadolu'da ulusal bir direniş başlatmakla ilgili tasarıları kafasında taşıyordu. Daha önce bu tasarıları kimi tanınmış Ordu komutanlarıyla, özellikle Anadolu'da İtilaf Devletleri'nin gözünden uzakta, önemli askeri güçlere komuta edenlerle (örneğin Kâzım Karabekir) görüşmüş, onların onaylarını almıştı. Bununla birlikte, başlangıçta ulusun ve ordunun genel ilgisizliğiyle karşılaşmıştı, çünkü halk ve ordunun bir bölüğü hala Padişah-Halife'ye içten bağlıydı. İtilaf Devletleri'nden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu kafalarında yer etmişti. Kurtuluş yolu ararken, İtilaf Devletleri'ne karşı düşmanlık durumuna girilmeyecek, Padişah-Halife'ye canla başla bağlı kalınacaktı. 106
Yurdu kurtarma çabalarında Osmanlı aydınları arasında görüş ayrılıkları başgöstermişti. Kimileri (Padişah ve Sadrazam da dahil) Türkiye'yi İngiliz koruyuculuğuna vermekle kutarılabileceklerine inanıyorlardı.Öğrenimlerini ABD'de yapmış olan kimi yazar ve gazeteciler, örneğin Ahmet Emin ve Halide Edip, Wilson ilkeleri derneği çevresinde toplanarak, Türkiye'nin ABD güdümüne verilmesi görüşünü savunuyorlardı.

  1. Kimileri de, bölgesel kurtuluş yolları arıyor, bazı bölgelerin Osmanlı Devleti'nden koparılması yoluyla sorunun çözümleneceğine inanıyor; dahası, kimi bölgeler, devletin çökmesine kaçınılmaz gözüyle bakarak, kendi kendilerine kurtarmaya çalışıyorlardı.107 Ancak, ulusun egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak ateşiyle yanan ulusal akımın önderleri, bu görüşlerin hiçbirini benimsememişlerdi. Mustafa Kemal, Büyük Nutku'nda şöyle der: "İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur... Ya bağımsızlık, ya ölüm. İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı."108

12 eylül darbesi

12 EYLÜL DARBESİ NEDİR?

12 Eylül Darbesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü gerçekleştirdiği askeri müdahaledir. Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alınmış, Türkiye Büyük Meclisi hükümsüz kılınmıştır. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürmüş, partiler geçersiz kılınmış, parti liderleri önce gözetim altında tutulmuş, ardından yargılanmışlardır.



12 EYLÜL DARBESİ NEDEN YAPILDI?
Ekonomik Sebepler


Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından "70 sene muhtacız" sözleriyle özetlenen dış ticaret açığındaki artış, işsizlik, kıtlık gibi sorunlar, darbenin ekonomik sebeplerini oluşturmuştur.

Güvenlik Sorunları


Üniversitelerde yaşanan karşıt görüş çatışmaları ciddi bir güvenlik sorununa yol açmıştı. 12 Eylül darbesinden bir gün önceki gazeteler, Eskişehir'de kahvenin tarandığını ve bir kişinin öldüğünü, Ankara'da ev basan teröristlerin 2 kişiyi öldürdüğünü, Mersin'de sinema kuyruğunun tarandığını ve 4 kişinin öldüğünü, İstanbul, Gaziantep ve Malatya'da 1'er kişinin öldürüldüğünü yazmışlardı.

TSK'nın Uyarı Mektubu


27 Aralık 1979'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'ın imzasını taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e gönderildi. 1 Ocak 1980'de Çankaya köşkünde Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşme yapıldı.

"Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

Cumhurbaşkanı Seçimi Bunalımı

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ile Demirel henüz Cumhurbaşkanlığı için aday belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamadı ve meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilemedi.

Kudüs Mitingi



23 Temmuz 1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi sonucu Milli Selamet Partisi 6 Eylül Cumartesi günü Konya'da "Kudüs'ü kurtarma yürüyüş ve mitingi" düzenlemiştir. Bu mitinge 100 bin kişinin üzerinde katılım olmuş, bazı kişiler şalvar, cübbe ve sarıkla, eski harflerin bulunduğu pankartlarla gelmiş ve "Şeriat gelecek, vahşet bitecek", "Dinsiz devlet, yıkılacak elbet" gibi sloganlar atmışlardır. Miting sırasında okunan İstiklâl Marşı topluluk tarafından yuhalanmıştır.



DARBE




Milli Güvenlik Konseyi


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren önderliğindeki Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre:
İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur. 

12 EYLÜL DARBESİNİN SONUÇLARI

1 milyon 683 bin kişi fişlendi.

Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

7 bin kişi için idam cezası istendi.



517 kişiye idam cezası verildi.

Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).

İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.



71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.

388 bin kişiye pasaport verilmedi.

30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.

14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.

30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.

937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.

23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.

3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.

400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

31 gazeteci cezaevine girdi.

300 gazeteci saldırıya uğradı.

3 gazeteci silahla öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.

13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.

144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.

14 kişi açlık grevinde öldü.

16 kişi -kaçarken- vuruldu.

95 kişi -çatışmada- öldü.

73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.

43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.

YARGILANMA

2010 Anayasa Referandumu ile birlikte 12 Eylül darbesini yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, askerî cunta yönetiminin hayatta kalan üyeleri, Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya gibi isimler hakkında yargılama başlatılmıştır.